20 Mart 2010 Cumartesi


Hayat
Bir içki ortamında kardeşlerimle içerken kim sallarki yarını. Erken kalkmakmış yada bünyevi yorgunluk. Hayat çok garip dün ağladığın üzüldüğün sarkılar bugün sana sadece yüzünde eskiye saçma bür gülüş bırakan bir anı.
Bunları yazdıran vodka redbul mu yoksa içindeki mutlulukmu bilinmez bilinen ise anın sana getirdiği ve paylaştığın güzelliker.

25 Mart 2009 Çarşamba

Hayat hayattır


O kadar kasvetli yazılardan sonra insan gerçekten bir ışık arar oluyor. Ama hep hayattaki olaylar bir oyun ve kendini kör karanlık zindanlara attığında bir ışık beliriyor. Galiba bu da oyunun bir parçası. Bir gün önce ağladığın gözlerle bugün ışık saçabiliyorsan ve kalbinin yeniden attığını hissediyorsan demek ki hayat yeniden sana bir oyun hazırlamış. Böyle zamanları seviyorum. Yazarken bile yüreğinizin yerinden çıkacağını hissetmek, haykırmak, gülmek, umut etmek, düşünmek, sevinmek, bazen karamsarlığa düşmek, yeniden gücü hissetmek, hayata kaldığın yerden devam etmek, yazmak, ders çalışmak, aynanın önünde daha fazla vakit geçirmek, kendini beğenmek baya bir süre unuttuğum duygulardı. Tanrının her zaman bir planı var galiba biz kuklaları için.
Bence insan bazı olayları bir kalıba sokmamalı yada isimlendirmemeli. Yaşıcaksın belki anı belki saniyeyi ama yaşıcaksın. Düşünme bakalım nasıl oluyor. Hayata birazda alaycı gözlerle bakmamız lazım gerçekten. Sınırlı hayatımızı sınırsız yaşamamız gerektiğini unutmamız lazım. Aslında bu demek değilki hayat güzeldir yada kötüdür. Dedim ya isimlendirmeye gerek yok hayat hayattır.

28 Şubat 2009 Cumartesi

Uzun ve kirli yol


Insanın hayatta karşılaşacağı gizemli yollar galiba insanı beklentiler içine sokuyor. Tabiki bu yolda herkes beklentilerini iyiye yormak ister. Keşke hayatımızda sürpriz yumurtalar gibi olsa. Ne çıkacağını bilmiyorsun ama bildiğin şey çıkan ne olursa olsun seni mutlu edeceği. İnsan kendi kaderini çizemeyeceğini düşündüğünde hayata olan yaşama isteğini sadece umutlar arkasına bırakıyor. Filmler insanların hayatlarını yansıttığına göre bu filmlerin mutsuz sonla bitmesi hayatın zaten bir parçası. Hayat bize bir şans verseydi ve deseydi ki “ulan o kadar isyan ediyorsun söyle istediğini yapıyım” eminim ki hayal kırıklığıyla dolmuş yüreğimizin istediği geçici bir mutluluk olurdu herhalde. Çünkü tanrı hep mutlu olan insanları cennetine kabul etmiyor ve illa bu yaşantımızda tanrının bizim için seçtiği sınavlara girmemiz lazım.
Aslında çekilen acıyı düşünürsek kimin kimden fazla acı çektiğini bilemem ama herkesin kopma noktasına geldiği acılar çektiği kesin. Bence annesi ölen biri ile bebeği kırılan bir çocuğun ağlamasında fark yok. İkisininde kalbi acıyor ve ikiside artık biliyorki hayataki sürpriz yumurtaların içinde herzaman oyuncak yok. Artık çocuğun başka bir oyuncağı kırldığında ağlamıcak çünkü biliyoki artık hayat ona daha fazla acıyı tabak içerisinde yine sunacak. Annesi ölen genç ise artık ölümün verdiği acıyı bildiği için tanrının yeni sürprizlerini beklemek için köşesine çekilmelidir. Doğarsın büyürsün seversin kazanırsın ama her zaman ağlarsın. Çünkü hiç bir mutluluk insana sonuna kadar yaşaması için verilmez. Geçici bir acı diye bir cümle duymadım ama geçici mutluluklar insanın her zaman karşısına çıkar ve bunu kaybetmemek için uğraşanların önüne ise kader çıkar.
Şimdi bunu okuyanlar diyordur” o zaman yaşamayalım ölelim”. Tanrı onuda düşünmüş ve günahı yaratmış ve zaten dünyada yaşamayı başaran kullarını bile cennetine seçerek alırken intahar edenleri ise cehenneme hapsetmiş ve karşılık koymuş yani ölmeyede izin yok tanrı onuda önceden düşünmüş. Tanrı cennetine kabul etmek için ona ibadet ister ve herkes o cennetin bir köşesini kıçını koymak için hayatı boyunca çalışır ve cennetin karşılığını bir kocaman kitaba yazmıştır. Peki tanrı bile bu karşılığı isterken insanın severken sevilmesini istemesi çok mu ? sadece bir cümle ve kitaba yazmamıza da gerek yok.

27 Şubat 2009 Cuma

inanmak:)


Bir kitapta okumuştum “İnancı olmayan bir adam komutansız kalmış bir ordudaki askere benzer” evet insanın yaşama gücü olması için birşeylere yada birilerine inanması gerekir. Peki ya bütün inandıkların bir esrar kafasındaki güzel düşler kadar gerçekse.
Yaşantının her yerinde insan inanır. Çoçuksan anne, öleceksen tanrıya, acı çekiyosan teselli edene sevgilin aldattıysa bütün aşkların yalan olduğuna inanırsın. Hep inanırsın bütün herşeyin yalan olduğunu ve bunların yanlış olduğunu anlasan bile yinede inanacak bir şey bulur insan. Korkunu yenebilseydin tarıya, aşkın büyülü dokunuşunun verdiği hissi çıkarsaydın sevgiliye, ve en önemlisi beklentilerini yok etseydin hayata inanmazdın. İnsanlar duygularını ve arzularını kontrol edebilseydi inanmak için hiç bir şey kalmazdı. Belkide yaşamın anlamı inanmaktır. İnanmak için yaşıyoruzdur. İnsanın bir dakikayı inanmadan geçirmesinin mümkünsüz olduğunu anlıyorum, bir film izlerken bile o filmin senin beklediğine deydiğine inanmak yada yaptığın bir yemeğin iyi olduğuna inanmak.
Hayata alaycı gözlerle bakmak kolay bir iş değil bence, bence insan ilk başta kendine inanmamalı. Çünkü bizi beynimiz değil arzuları yönetiyor ve ters bir dalga yemiş gibi bütün inançlarımızı değiştirebiliyorsak, duygu ve arzularımızın bizi bilinmez kayalıklara sürüklemesi kaçınılmaz bir sondur.
Evet bende komutansız bir askerim ve bütün duyguların karmaşasında kalmış hangi adrese gideceğini bilmeden sadece yaşamak için yaşayan bir asker.
Ama tabiki yaratılmış bir dünyanın parçası olan insan nedense komutan olmayı bir türlü düşünmez.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Ey isyan dolu sarhoş geceler


Sigara dumanlarından anlam çıkardığımız karanlığın bitmeyen bir acı gibi içimizi sardığı ve tükenmez yanlızlık duygusunun amansızca bizi giderek umutsuzluğa ittiği gecelerden birtanesi. Odada sadece saatin sanki benim ölümümle bitecek bir tik tak sesi var. Zaman öylesine boş ve kahır dolu ilerliyorki sanki sabahı görmek seni görmek ve her göremediğim günde sesininin tınısını artık sadece beynimde hissetmek beni akşamlarda yaşatıyor. Sen gideli daha doğrusu görüşmeyeli okadar zaman geçtiki artık ben bende değilim. Bilinmez karanlıklarda ufak bir ışık ümüdiyle yaşamaya ve hayli yorgun bir şekilde, konuşmaya, gülmeye, seni çalan zamana ve güne lanet ederek geçirdiğim dakikalar hayatımın rutin dönemini yansıtıyor aslında.
Kimdemiş arkadaşım yok diye. Benim arkadaşım karanlıklar. Herzaman dinleyen sigara dumanına anlam katan ve aslında sesiszliğiyle okadar şeyler anlatan sadık dostum. Ufak bir şarap yarım paket sigara ve dss gecelerin en güzey yanı olsa gerek. Sigaranın her nefesindeki dumanın içime dolması ve üstüne şarabın o biraz ekşi ama insanı mayhoş eden isyancı tadı gecelere başka anlamlar katıyor.
Kim demiş arkadaşım yok diye. Okadar çok varki saysam şaşırırsınız. Aristo ,Gogen hatta biraz daha içsem tanrının karşımda ağladığına yemin edebilirim. Umutlar ve kaderler aynı şişe içerisinde karışmışken benim kadehimin ikisindende dolu olması insanı yaşamla ölüm kıyısına getiriyor. Karanlık hep kulağıma bir şeyler söylüyor. Acılar fısıldıyor ve hep yakarışlardaki bitmek bilmeyen kahredci duygularla beni yüzleştiyor.
Kim demiş arkadaşım yok diye. Kim demiş arkadaşlara güven olmaz diye. Benim arkadaşlarım karanlıklar sigaram ve şarabım ve biliyorum ki ben onları terketmedikçe onların beni terketmeye hiç niyeti yok.